KOLERA GÜNLERİNDE AŞK , CORONA GÜNLERİNDE AŞ
1982 yılında Nobel edebiyat ödülü alan Gabriel Garcia Marquez’ın “yüzyıllık yalnızlık” ve “kırmızı pazartesi” dışında belki de en fazla tanınan romanlarından biri olan “kolera günlerinde aşk” şu günlerde daha da anlam ifade ediyor. Kolera günlerinde aşk romanı on dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zamanı kapsarken, corona virüsü yirmi birinci yüzyılın kolerası, kara vebası[1] adeta.
Kolera günlerinde aşkta taşra kentsoyluluğu eleştirilirken,günümüzde insanlığın geldiği süreci eleştirmeyen kimse yoktur zannımca. Kolera günlerinde aşkda kaybedilen bir sevgili umutla beklenir yani bir bekleyişin simgesidir. Yaşadığımız şu günlerde de kaybedilen bir çok şey için umut beslemeye ve sessizce beklemeye devam etmiyor muyuz ? Kolera günlerinde aşk varken, corona günlerinde yerini açlığa bırakıyor, aşa bırakıyor ve belki de dünyada çalışmak için ölüm tercih ediliyor. Kolera günlerinde aşk acı çekmeyi yücelten bir temaya sahipken, şu an tüm dünya acı çekiyor ve aslında yeni oluşumların sancıları yaşanıyor; Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
Corona virüsün yaşanması ayrı bir süreç, etkilerinin yaşanması ise ayrı bir süreçtir. Ölümler olacak; ne yazık ki sevdiklerimiz gidecek ya da sevdiklerimizi bırakıp gideceğiz. Peki ya sonrası ? Hiç kuşkusuz bizler ve evlatlarımız bu etkilerle yüzleşeceğiz. Ancak bu yüzleşmeden dayanışma ile elbirliği ile daha güçlenerek ve daha bilinçlenerek çıkılması da hayal değil. Yeryüzündeki tüm insanların iç yolculuğudur bir bakıma. İnsanoğlunun düşünmesi ve defolarını keşfetmesi için bir fırsattır.
Peki yaşanan şu sürece kadar neleri öğrendik ?
-
Sevdiklerimize sarılmanın ne kadar önemli olduğunu öğrendik.
-
Ofimizin bilgisayar ekranına, hayatımızın bir odaya sığdığını farkettik.
-
Fiziksel değil,duygusal teması keşfettik.
-
Sadece bir kış yiyeceği için didinen ve fazlasını biriktirmeyen bir sincap[2] bile olamadığımızı farkettik.
-
İnsanoğlu 5 odalı, üç katlı, çift banyolu evler peşinde koşarken tüm kuşların yuvalarının aynı olduğunu ve hiçbir kuşun yuvasız kalmadığını anladık.
-
Tüm hayvanlar dışarıda özgür gezerken, bizler yaşamak adına evlerimize kapandık ve aslında doğada ne kadar aciz olduğumuza şahit olduk.
-
Evde ekmek dahil herşeyi üretebildiğimizi farkettik ama bir tuvalet kağıdı için mücadele etmeyi de öğrendik.
-
Büyüklerimizi aslında ne çok sevdiğimizi farkettik , kaybettiklerimizle neden daha fazla vakit geçiremedik diye hayıflandık.
-
Dünyanın koca bir köy olduğunu öğrendik.
-
Zenginle fakirin, siyahla beyazın, ünlü ile ünsüzün farkının olmadığını anladık.
-
Yurtdışına çıkma özlemi yaşarken, sokağa çıkmanın dahi bir lüks olduğunu öğrendik.
-
Dostlarla içilen bir acı kahve eşliğinde iki lafın belini kırmanın özlemini yaşadık.
-
Kızgın kum tanecikleri üzerinde buz gibi denize atlamanın ne büyük bir mutluluk olduğunu farkettik,
-
Şafak vaktini, gün doğumunu, çıplak ayakla toprağa basmayı ve ağaç kavuğuna yaslanmayı özledik.
-
Hayatımda en çok ne zaman mutlu olmuştum ? En üzgün günüm hangisiydi ? gibi sorular sorduk kendi kendimize…Belki de ilk kez iletişim kurduk kendimizle…aslında iletişim kuramadığımızı farkettik…
-
Doğanın tüm insanoğluna meydan okuyuşunu yaşadık hepimiz;sen bir hiçsin ve doğa herşeydir.
-
Mutfakta yaşadık bir süre .Yemek pişirdik,kahve içtik,çay demledik…Sonrasında camı açtık, derin derin nefes aldık ve gerçek gıda ile tanıştık.
-
Bu kaotik günleri evde yoga, dans ve bilimum egzersizlerle aşmaya çalıştık.Eğlenceli capslerin müptelası olduk, güldük ama aslında içimizden ağlamak geliyordu.Yine rol yaptık,..Yine rol çaldık…
-
Sürekli çevrimiçi olduk, sonrasında dijital detoks dedik…yine ölçülü olamadık.
-
Her akşam grafik tahmin uzmanı olduk herbirimiz. Dünyanın her yerinde ölü sayısı, vaka sayısı,test sayısı oranlarını tahmin ettik. “Bu gün 50 kişi ölmüş,gayet iyi gidiyoruz.” sözleri normal gelmeye başladı.
-
“ Eyvah kirayı ödemem lazım,çalışmam lazım” diyerek dışarı çıkıp çalışmayı ve belki de ölümü seçtik…
-
Kaygı, panik, ve çaresizlik yaşadık. Obsesif kompulsif olduk. Duygu iniş çıkışları yaşadık, travmalar geçirdik,sonra aslında hayatın travma olduğunu keşfettik…
-
Resim, meditasyon, müzik, kitap, film ve puzzle ile can sıkıntımızı aştık, sonra hayatın kendisinin puzzle olduğunu farkettik.
-
Dolaplarımızda kıyafetlerin ne kadar anlamsız olduğunu farkettik,bir deniz kabuğunun ise ne kadar anlamlı olduğunu…Toprağa dokunmayı özledik,toprağa dahi dokunamamanın sancısını çektik.
-
İtalyan Terra [3] ile toprağa ait olduğumuzu farkettik.
-
“Tüm deneysel ilaçları üzerimde deneyebilirsiniz” diyerek ebediyete göçen Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu ile bilimin kutsallığıyla tanıştık.
-
Ve daha nice farkındalıklar yarattı bu virüs herbirimizde…
Pandoranın kutusu[4] açılmış ve içinden pandemi çıkmıştır artık. Yaşanan bu süreçte karamsarlık, yenilgiyi kabul etmekdir. Her bir insan savaşçıdır özünde ve bu mücadele gücü onu hayata bağlamaya ve kaybedilen tüm güzellikleri yeniden keşfetmeye yetecektir.
Haydi hep birlikte bir hayal kuralım ; daha insancıl ve daha sağlıklı bir dünya için. Ancak farkına vardığımız değerleri asla unutmayarak…
ÖZLEM BORA
[1]1346 - 1353 yılları arasında Kara Veba salgının 75 ila 200 milyon arasında insanı öldürdüğü tahmin edilmektedir.
[2] Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” isimli şiirinden bir bölüm;
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak…
[3] İtalyanca kadın ismi,anlamı;toprak,yeryüzü
[4] Yunan Mitolojisinde yeralan ve içinde tüm kötülükleri barındıran kutu